3 Haziran 2009 Çarşamba

İstanbul Arkeoloji Müzesi 21.05.2009/ 15.00 sularında







çok şükür müze kartımız var...

girdik müzeye...

neler var müzede neler...


gerçi ben bazılarını anlamlandıramadım çünkü yeterli açıklama yok eserlerin altında ne işe yarar ne yapılmış bununla siz sadece hayal gücünüzü kullanarak gözünüzde canlandırıyorsunuz tarihi...


eski insanlar, eski eşyalar, kahramanlar, heykeller, mumyalar, mezarlar, iskeletler


iskelet dedim de ben o kadar cesur değilim uzun süre bakamadım iskeletlere.

ne yapayım korkuyorum benimle dalga geçiyor arkadaşlar...

merak ediyorum ama uzun uzun inceleyemiyorum. sanki birden canlanıcak o cam kafeslerin içinden çıkıcak gibi geliyor. zaten ben korku filmi de izleyemem neyse geçiyorum iskeletleri...


İznik çinilerini gördüm. tabaklar, taslar, ıbrıklar :)
çok severim maviş maviş renkli renki çok güzeller.


İznik' e gitmiştim 3 sene önce bir kolye aldım, nihale aldım ordan...

eskiden medrese olarak kullanılan yerleri küçük atölyeler haline dönüştürüp çini yapıyorlar, boyuyorlar...
ne zahmetli bir iştir o... nasıl bir emektir... incecik detaylar küçücük fırçalarla renk buluyor... şahane bir şey... öylece durup izlersiniz onları onlar sizi görmek bile kaptırmıştır kendini işine başka bir şey düşünmez... Ustalaşmışlar artık ne güzel sevdikleri işi yapıyorlar neyseeee ben yine daldım gittim...






harem

7 Mayıs 09

aynı gün içinde hem Kanlıca' ya hem Harem' e gidilir mi?
gidilir... :)

Harem' e daha öncede gittim ama hiç ayrıntılarla ilgilenmedim.
Binbir çeşit insan var. Herkes kendi halinde, kendi derdinde...
Kimisi evden kocaya kaçıyor, kimisi arkadaşını ziyarete gitmek için orada, kimisi sevgilisini uğurluyor, kimisi sevgilisiyle biryere gidiyor, kimisi cenazeye, kimisi düğüne gidiyor....

Üzerindeki kıyafetleri dağınık, bakımsız yaşlı bir teyzeye gözüm takıldı. Bir dükkandan diğerine geçiyor. Bir büfede yemek yiyor sonra birinden sigara istiyor alıyor, sigarasını yakmak için başka birinden ateş istiyor sonra başka bir büfede gazoz içiyor bütün gün dolaşıyor...
Sanırım akli dengesi yerinde değildi. Yazık kimbilir ne derdi vardı, nasıl bu hale gelmişti?
herkes ona alışmış. her iki adımın birinde duraklıyor herkes ona yiyecek içecek veriyor. kendi halinde zarasız bir kadıncağız...

moralim bozuldu harem' de...
her firmadan her adamdan ayrı bir ses yükseliyor...
bir anda irkiliyorsunuz daldığınız düşüncelerden arınıp kendinize geliyorsunuz.
belki hiç bilmediğiniz bir yere, rastgele bir seçimle başka bir şehire doğru atlıyorsunuz otobüse, yola çıkıyorsunuz... iyi yolculuklar...

artık uzaklaşıyoruz. ayrılıyorsunuz haremden

ankara, bursa, yalova, düzce, adapazarı kaalllllmasınnnnnnnnnn!
gel abi gel abla buyur adana adanaaaaa...

sesleri kulağımızda gidiyoruz.

kanlıca


''ooo buyrun buyrun'' diye sizi karşılayan yaşlı bir kanlıca sakinin neşeli ses tonu ile girdim Kanlıca İskelesi' nin küçücük şirin meydanına...

bir sürü güvercin uçuşuyor, atılan yemleri kapmak için yarışıyor, size huzur veriyor.

her kanat çırpışlarında belki yaşamın en güzel anı belki en dramatik anı aklınıza geliyor; siyah ile beyaz gibi... birbirine giriyor olumlu olumsuz kardeş düşünceler...

belki kuş olmak istiyorsunuz uzak diyarlara gitmek için, istediğiniz an istediğiniz yerde olmak, sevdiklerinizin yanında olmak için...

ben bayılırım kuşlara minicik serçesinden, kocaman kartalına hayranım kuşlar dünyasına...


ve işte böyle Kanlıca beni bambaşka etkiledi. Orada yaşayan insanların sakinliği ve içtenliği sizi büyülüyor! keşke bende burada yaşasaydım diye içinizden geçiriverirsiniz...

yolunuz düşerse meşhur Kanlıca Yoğurdunu yemeyi sakın unutmayın...

çok lezzetli üstündeki şekeri her yerinize bulaşıyor :) ağzınız burnunuz üstünüz başınız bembeyaz tozlanıyor...
tekrar gitmek istiyorum!
çok güzel bir gündü manzara bir harika bol bol resim çektik...